GÜNEŞİN YARARLARI Çok eski çağlardan beri dostumuz olarak bildiğimiz güneş günümüzde halen bir tedavi olarak kullanılıyor mu? Bunun cevabı elbette evet. Fakat koşulsuz olarak güneşten yararlanmak olası değil. Yani güneş son yıllarda hem dostumuz hem de düşmanımız olabiliyor. Nasıl mı?
Güneş ışınları, ciltte zararlı serbest radikallerin (bozuk oksijen molekülleri) oluşmasına neden olmaktadır. O halde bu zararlardan korunmak ve onları etkisiz hale getirmek için bazı destekler kullanmalıyız. Serbest radikallerin oluşmasını engellemek için vücutta yeterli miktarda glutasyon-peroksidaz enzimi bulunmalıdır.
Bu enzim ise ancak selenyum yardımıyla aktif hale geçer. Selenyum; ekmek, makarna, et, süt, bazı balık ve deniz mahsüllerinde, salatalık ve Hindistan cevizinde bulunur.
Burada görev yapan başka unsurlarda vardır. E vitamini bunların başında gelir. Ortamda oluşacak yok edici nitelikteki serbest radikalleri yok edebilmek için kendini kurban edecek kadar işine sadıktır.
Şüphesiz bu amaçla vücuttaki E vitamini depomuz devamlı olarak kendini yenilemesi gerekir. Yapılan araştırmalara göre 16 saat süreyle dışarıdan destek alınmasa bile bu depo aktivitesini sürdürebilmektedir.
SERBEST RADİKAL SAVAŞÇILARI
Şeftali, yer fıstığı, badem, fındık, hindi eti, ayçiçek yağı başta olmak üzere bazı yağlar E vitamini yönünden zengin besinler arasında yer alır.
C vitamini ise en önemli serbest radikal yok edicisi olan E vitaminin gücünü artıran bir takviye görevi üstlenmiştir. Vücut C vitaminini biriktiremediği için devamlı olarak dışarıdan alınması gerekmektedir.
Limon, portakal, mandalina, üzüm, greyfurt, yeşil biber, yeşil elma, maydanoz, çilek ve kivinin içerisinde bol miktarda C vitamini bulunmaktadır.
Başka bir serbest radikal savaşçısı da beta karotendir. Özellikle saldırgan ve tahrip edici serbest radikallere karşı beta karotenler ciddi mücadele eden unsurlar arasında yer alır.
Bağışıklık sistemini de destekleyen karotenlerin bazıları ışık ve oksijen yardımıyla A vitaminine dönüşürler. Karotenler genel olarak turuncu, sarı ve kısmen de yeşil sebzelerde bulunurlar. Patates, kayısı, kabak, ıspanak, biber, kara lahana, salata gibi sebzeler karoten açısından zengin gıdaların içerisinde yer alır.
GÜNEŞTE DİKKAT EDİLECEKLER
Güneşte fazla kalan ve terleyen kişilerin bir başka sorunu da bu sırada vücut için yararlı birçok elementin terle dışarı atılmasıdır. Bunlar arasında potasyum ve kalsiyum önemli yer işgal ederler. Kalsiyum kaybı güneşe karşı olan dayanıklılığın azalmasında rol oynayabilir. Güneş alerjisi olan kişilerin daha güneşe çıkmadan önce ve sonrasında kalsiyumdan zengin besinleri alması hatta menopozdansonraki kadınlarda ve yaşlılarda ek olarak kalsiyum alınması gerekmektedir.
Kalsiyum şüphesiz başta süt ve diğer süt ürünleri olmak üzere kılçıklı küçük balıklarda, bazı yeşil sebzelerin içerisinde yer almaktadır. O yüzden her nedenle olursa olsun güneşlenmek isteyenlerin beslenme yolu ile güneşin zararlı etkilerinden korunmaları mümkündür.
Başta ciltte olmak üzere bu gibi zararlı etkileri azaltabilmek amacı ile güneşe çıkacak kişilerin bazı koruyucu krem veya doğal maddeleri sürmeleri salık verilmektedir. Kaldı ki güneşten yararlanmak isteyenlerin bu etkiyi yükseltebilmeleri için güneşte fazla kalmaları gerekmediği unutulmamalıdır.
Güneşlenme sırasında ;
Güneşin yüksekliği yani o andaki saat
Bulunulan yerin yüksekliği,enlem ve boylamı
Atmosferin durumu ( bulut-sis,hava kirliliği ve ozon tabakası)
Güneş ışınlarının vurduğu yerden yansıması ( kardan, kumdan bir ölçüde sudan).
Bu kapsamda güneş tedavisinin güneşin dik olmadığı saatlerde yapılması önerilir. Güneşlenme, sabahları 10-11, akşamları ise 16-17 arasındaki saatlerde ve en fazla her seferinde 45 dakikadan fazla sürdürülmemesi gereken bir tedavidir. Nispeten yaşlı, güneşe karşı hassasiyetleri olan kişilerde bu sürenin 20-25 dakikayı aşmaması gerekmektedir.
BRONZLAŞMA
Elbette bu uygulama sırasında güneşle temas halinde bulunan vücut yüzeyinin olabildiğince geniş olması söz konusudur. O yüzden uygulamalar sırasında vücudun hem ön hem de arka yüzünün güneşlendirilmesi hedeflenmelidir. Sadece yüz ve kolların açıkta bırakıldığı bir güneşlenmeden beklenen yararlar sağlanamaz. Güneşlenmenin yapıldığı yerde direkt gelen ışınlara ek olarak çevrede bulunan kar, kum veya suyun ekstra etkisinin göz ardı edilmemesi gerekir. Nitekim karda oluşan yanıklar nedeniyle ciddi sorunlarla karşılaşılır. Üstelik ultraviyole ışınlarının gözlerde geçici körlük yapma olasılıklarına karşılık koruyucu gözlüklerin hem kar hem de kumda güneşlenirken kullanılmalıdır.
Camın arkasından gelen güneşin veya bir örtü veya giysinin altından geçen güneş ışınlarının tedavi edici etkisi yoktur. Tedavi etkisi olup olmadığının pratik olarak anlaşılması için ciltte renk değişikliğinin olması gerekmektedir. Tıpkı mayonun altında kalan yerlerin beyaz kaldığı gibi...
Beyaz kalan bu bölgelerde güneşin herhangi bir yararlı etkisinin olmadığı söylenebilir. Güneş altında kalma ile ortaya çıkan bukararma ciltte bulunan melanin pigmenti sayesinde olmaktadır. Şüphesiz talep edilen renk değişikliğinin hemen ilk seferde değil bir süre tekrarlanması halinde sağlanması daha doğal olanıdır. Yoksa bir defa da uzun süre güneşte kalarak renk değişikliği istenmesi son derece yanlıştır. Bu şekilde bir seferde güneş altında uzun kalınması ile kararma değil cildin üst tabakasını kaldıran alttaki tabakaları da tehdit eden güneş yanıkları olmaktadır.
Ortalama 5-6 defa uygulama yapıldıktan sonra ciltte yeterli renk değişikliği olur. Bundan sonra güneşten beklenen yararlı tesirlerden biri olan D vitamini sentezi giderek yavaşlamaya başlar. Cilt tamamen karardıktan sonra güneşlenmeye devam edilmesinin tedavi edici etkisi yoktur. Etkinin devam etmesi için birkaç günde bir güneşte daha kısa süre kalınması yeterli olabilecektir.
GÜNEŞİN TEDAVİ ETKİSİ
Güneşin tedavi edici etkisi ciltte bulunan 7-dehidro-kolesterolün D vitaminine dönüşmesi ile gerçekleşir. Bu dönüşüm güneşle temas sırasında ilk 20 dakika içerisinde gerçekleşir. Daha fazla güneşte kalınması bu miktarı artırmaz. Ancak 3-5 saat sonra sentez yeniden gerçekleşebilir. Bu işlem tıpkı sadece günde birkaç defa makinelerini çalıştıran bir fabrikaya benzer. O halde gerekli D vitamini sağlamak için her gün saatlerce güneşte kalınmasının hiçbir faydası yoktur.
Güneş ışınlarının bir bölümü deride bulunan ilk tabakadan yansırken bir kısmı da emilir. UV A daha ziyade üst tabakalarda kalırken UV B daha derin tabakalara inebilmektedir.
Güneşlenmeye karar veren kişilerin yüzlerindeki makyajı silmeleri olabilecek zararları azaltmak için şarttır. Öte yandan ciltteki toz ve kirler olumsuz sonuçlara yol açabilir. Denizden çıktıktan sonra üzerindeki ıslaklığı almadan güneşin altına uzanan kişilerde ıslak olan yerlerde ısının ve ultraviyole ışınlarının değişik oranlarda emilmeleri bazı renk farklılıklarına yol açabilmektedir.
Güneş altında terleyen kişiler benzer şekilde kurulanmaları halinde bu gibi sorunlar daha az ortaya çıkabilmektedir. Üstelik ıslak mayo ve çamaşırların mantar, romatizmal hastalıklar bazı kadın hastalıklarını tetiklemesi söz konusu olduğu için mutlaka ıslanan mayoların güneşlenme veya diğer zamanlarda değiştirilmesi önerilmektedir
GÜNEŞİN ZARARLARI
Güneşin zararlı olduğu düşüncesi son 25 yıldır ön plandadır. Ozon tabakası güneşin zararlı etkilerinden bizleri koruyan bir kalkan işlevi görmekteydi. Fakat önce Avustralya üzerinden başlayan ozon tabakası delinmesi güneşin olumsuz etkilerinin bir anda tüm dünyada artmasına neden oldu. Başta çeşitli soğutucu ve klimalarda daha sonra birçok endüstriyel atık gazlarda bulunan floro-klor karbon gibi maddeler havaya karıştıklarında inanılmaz bir biçimde 25 km yükselerek ozon tabakasını mahvetmektedir. Gelişmiş ülkelerde yasaklanmasına rağmen halen dünyada yılda 800.000 ton bu gazdan kullanıldığı bilinmektedir.
Aşırı sıcaklar, büyük orman yangınları, zehirli atıklar, arıtılmamış fabrika atıkları bu zararlı gelişmeyi maalesef hızlandırmaktadır. Floro-klor karbon atımının tamamen durdurulması halinde bile ozon tabakası kendisini onlarca yıl sonra yenileyebilecektir. Güneşin geldiği bölgedeki ozon tabakasının inceliği güneş altında kalma süresini belirlemektedir. O yüzden bu bölgelerde ultraviyole ışınların derecesi özel yöntemlerle ölçülerek gereken önlemler konusunda kamuoyu bilgilendirilmelidir. Bunun yapılmadığı yerlerde güneşlenen insanların tehlikede olduğu unutulmamalıdır. Özellikle küçük çocuk ve yaşlıların koruyucu faktörü yüksek olan kremler kullanarak güneşe çıkmaları kuvvetle önerilmektedir. Buna dikkat edilmediği takdirde kısa sürede kalınsa bile ileride başka sorunlara da yol açabilecek güneş yanıkları oluşmaktadır.
Daha uzun güneşte kalanlarda ciltte erken yaşlanma belirtileri ortaya çıkmaktadır. Bronz bir tenle dolaşmak için yaz ve kış güneşte veya çeşitli ultraviyole aletleri altında kalan bu gibi kişilerde erken yaşlanma olayı sadece ciltte kalmayıp tüm organizmayı içerisine alan bir tahribatı başlatmaktadır. Güneşte fazla kalan hassas kişilerde ciltte geçici bazen de kalıcı lekeler ortaya çıkabilir.
“ Güneş giren eve doktor girmezmiş “
Güneşle beraber alkol alınması ve sigara içilmesi bu tahribatı inanılmaz ölçülerde artırmaktadır. Alkol deride damarlanmayı artırmakta, sigara ise cildin beslenmesini bozarak kırışıklıklara yol açabilmekedir.
Sıcağın yoğun olduğu saatlerde alkol alanlarda beyin kanaması riski büyük ölçüde artmaktadır. Özellikle yoğunluğu ve derecesi yüksek alkol alınması bu tehlikeyi daha da büyütmektedir. Eğer içilecekse akşam ve serin saatlerde veya derecesi düşük alkol türleri tercih edilmelidir. İçme süresi uzun tutulmalı yanında mutlaka bir şeyler yenmelidir. Yüksek yoğunlukta içkiler için ise buz ve su fazlaca katılarak bu yoğunluğun seyreltilmesi yoluna gidilmelidir.
Şüphesiz güneşte fazla kalınması bazı kişilerde cilt kanserlerine yol açabilmektedir. Açık havada çalışmak zorunda kalan işçiler, tarımla ve balıkçılıkla uğraşanlarda bu duruma daha sık rastlanmaktadır.
Çok eski yıllarda söylenen “Güneş giren eve doktor girmez“ sözü bu nedenlerle tarihe karışmak üzeredir. O dönemlerde güneşten uzak ve sağlık ve beslenme koşulları yetersiz ortamlarda yaşayan insanların bulunduğu toplumlarda başta raşitizm,
tüberküloz, osteomalazi gibi hastalıkların sık görülmesi bu özdeyişin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Tüberküloz o kadar yaygındı ki ülkemiz dahil tüm dünyada çok sayıda sanatoryum ve prevantoryumlar bulunmaktaydı. Bunlar elbette ağaçların fazlaca olduğu yüksek ve güneşli bölgelerde inşa edilmekteydi. Bunun yanı sıra güneşle ilgili başka ilginç ayrıntılar da söz konusudur.
Evlerin camdan içeri geçen güneşin tedavi edici etkisi hemen hemen yoktur. Fakat güneşin, ortamdaki olumsuz nemi alıp havadaki mikrop, küf ve mantarları yok ederek son zamanlarda tanımlanan “Hasta edici bina sendromuna“ yakalanmaktan koruyan etkisi de göz ardı edilmemelidir.
GÜNEŞLENME TEDAVİSİ
D vitaminin başta raşitizm ve osteoporoz ve osteomalazi'nin tedavisinde önemli yeri olduğu bilinmektedir. Bu nedenle 1920’li yıllardan 60’lı yıllara kadar koruyucu olması amacıyla D ve A vitaminini bolca içeren balık yağları veya hapları aşırı derece kullanılmıştır.
Aylarca hiç güneş görmeyen kuzey ülkelerinin çocukları için tercih edilen bu yöntem bizim ülkemiz için de bilinçsizce kullanılmıştır. Marshall yardımı çerçevesinde gerçek bir hayvancılık ülkesi olan Türk çocuklarına hakiki süt yerine Amerikan süt tozlarından hazırlanan kötü kokulu sütler içirildiği dönemler olmuştur. Bizim yaşlardakilerin bu günleri buruk bir şekilde hatırlayacaklarını zannediyoruz.
Aynı şekilde annelerin her akşam yatarken kaşıkla bu kötü kokulu balık yağlarını bizlere zorla içirmeleri de anılarımıza yerleşmişdir. Halbuki vitaminler içerisinde yağda eriyen grupta yer alan A ve D vitaminlerinin az alınması kadar fazla alınmalarının da zararlı etkisi olduğu çok sonraları kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.
Güneşin tedavi amacıyla önerildiği çok sayıda hareket sistemi hastalıkları bulunmaktadır.
Osteoporoz,
Osteoartrit
Fibromiyalji
Yumuşak doku romatizmaları
Bambu hastalığı “ Ankilozan spondilit “
Travma sonrası eklem ve kaslarda ortaya çıkan bozukluklar
Kuşkusuz tüm bu hastalıklarda güneşe ek olarak çeşitli egzersizler verilmektedir. Güneşlenmenin deniz kenarında olması halinde düzenli yüzmelerin yapılması tedavi etkinliğini artıracağı akıldan çıkarılmamalıdır. Elbette denizin de başlı başına bu gibi hastalıklar üzerinde büyük yararları olduğu da bir gerçektir.